15 Şubat 2012 Çarşamba

Elektrikli Otomobiller


Start&Stop, fren enerjisi geri kazanımı, hibrit araçlar. Üreticiler içten yanmalı motorlardan daha fazla verim almaya çalışadursun eski bir rakip tekrar sahneye çıkmaya çoktan hazır, Elektrikli otomobiller.
             

Aslında elektrikli otomobil fikrinin yeni olduğunu söylemek kesinlikle yanlış olur, yaklaşık yüz yıldan uzun süredir bilinen elektrikle tahrik yöntemi batarya teknolojilerinin istenilen ölçülerde gelişmemesi nedeniyle başarısız kabul edilmiş, bu durum büyük oranda yaygınlaşmasını engellemişti (engellenmişte olabilirler miydi?). Ancak hepimizin bildiği üzere küresel ısınma, petrol fiyatlarındaki artış, kaynakların tükenmeye başlaması, pil teknolojilerinin gelişmesi elektrikli otomobillerin bir kez daha tarih sahnesinde yerlerini almalarını sağladı şimdi çok da lafı uzatmadan elektrikli otomobiller'in tarihine bir göz atalım.


+1830'lu yıllarda ortaya çıkan ilk prototipler şarj edilemeyen pillerden enerji almaktaydılar ve dedim ya prototipten öteye geçip "halka inemediler"

+1881 yılında daha yüksek kapasiteli ve şarj olabilen piller icat edildi, böylece artık elektrikli otomobiller pratik hayatta yerlerini almaya bir adım daha yaklaştılar.

+Ve 1900 lü yıllarda elektrikli otomobiller Avrupa ve Amerika kıtalarında oldukça popüler taşıtlardı. Ve benzinli yada buharlı araçlara göre pek çok avantajları vardı. Titreşimsizdiler, sürekli dumanlar kusan egzos borularına ihtiyaçları yoktu, şanzıman kutuları yoktu, o yıllarda benzinli araçlarda vites değiştirmek çok büyük bir sıkıntıydı ve sürüşü olumsuz etkiliyordu. Ayrıca elektrikli otomobillerin oldukça sınırlı mesafe limitleri çok dert değildi çünkü günümüzde olduğu gibi uzun otobanlar yoktu insanlar daha yerel bölgelerde ulaşım için otomobil kullanmaktaydılar.

+Ancak ilerleyen yıllarda şehirleri birbirine bağlayan otobanlar, içten yanmalı motorların, şanzıman teknolojilerinin gelişmesi ve buna paralel batarya teknolojilerinin istenilen ölçüde gelişme gösterememesi nedeniyle elektrikli otomobillerin sınırlı menzilleri başlarına dert oldu ve 1920-2000 yılları arasında neredeyse nesilleri tükendi denilebilir.


+ 90'lı yıllarda Birleşik Devletler'de özellikle hükümetin emisyonları azaltma doğrultusunda aldığı kararlar ve Amerikan otomobil sanayine bu yönde yüklediği misyon Elektrikli otomobillerin küllerinden doğmasına sebep oldu. Bu dönemde üretilen en popüler araç GM EV1'dı asıl amaç ev-iş arasında ulaşımı sağlayabilecek %100 elektrikli, düşük sürtünme katsayıları ve gelişmiş batarya teknolojileri sayesinde EV1 yaklaşık 160 km lik menzile sahipti ki bu mesafe aslında bir günlük ihtiyaçları epey karşılar nitelikteydi. Ancak halen daha anlaşılamayan sebeplerle bu ve diğer otomobil üreticilerinin projeleri  apar topar iptal edildi, kullanıcılara kiralama usulüyle verilen elektrikli araçlar toplatıldı ve imha edildiler. Bu trajik öykünün tamamını Who killed electric car? adlı filmden öğrenebilirsiniz.

Ancak öyle sanıyorum, barajın kapakları açılmıştı bir kere. Elektrikli otomobil yarın doğacak gün kadar ortadaydı. Nedenlerine gelecek olursak.  Birincisi çok ekonomik, 100 km yi 2.5 lira gibi fiyatlara kat edebiliyorsunuz, çevreyi kirletmiyorsunuz, aracınızın bakım zamanı geldiğinde motor yada şanzıman(zaten yokki) birimleriyle alakalı bir sorun çıkma olasılıgı çok düşük, (muhtemelen aracınızın rot balans ayarları silecek suyunu değiştirip geri yolluyorlar) yani toplamda işletim maliyetleri oldukca düşük bir sistemden bahsediyoruz, haliyle artık tüm şartlar olgunlaşmıştı. 

Nissan Leaf, ülkemizde de tartışmalara yol açan Renault Fluence EV, Mitsubishi iMiev, Peugeot İOn derken yeni modeller yavaş yavaş öncelikle yerli medya'da yerini almaya başladı, ancak her yeni teknolojide olduğu gibi sanırım bunu da biraz geriden takip ediyoruz çünkü yurt dışında neler oluyor hemen bir göz atalım.

Nissan Leaf; 25.000 Mitsubishi iMiev- Peugeot İon:17.000 adetlik satışlara ulaşıverdiler, Charlos Ghosn Renault'un 4 farklı elektrikli modelle bu piyasa'da yer alacağını söyledi ki birisi bizim ülkemizde üretilen Fluence EV, elbette diğer üreticilerin de elleri armut toplamıyor, gün geçmesin ki üreticilerden yeni bir elektrikli araç tanıtımı yapılmasın.

Avrupa ve Amerika'da yapılan anket sonuçları ise oldukça çarpıcı. Pek çok tüketici elektrikli otomobillere sıcak bakıyor, ve satın almayı düşünüyor. Ayrıca hükümetlerde bu işin arkasındalar elektrikli otomobillerde vergi indirimleri uygulanıyor. Ama herşey araçları satın almakla bitmiyor. Harıl harıl elektrikli  şarj istasyonları, dolum noktaları inşa ediliyor, mesela aracınızı günlük kullanımdayken bir hızlı şarj noktasına bırakıp geri geldiğinizde tam dolu olarak alabiliyorsunuz. Kısacası Batı dünyası elektrikli araçları bağrına basmış görünüyor. Bizim ülkemizde ise elektrikli araçlara vergi indiriminin tartışıldığı şu günlerde böyle gelişmeleri seyretmek elbette trajik kaçıyor.

Kıssadan hisse, Elektrikli otomobil aslında yola yeniden çıkmış bir tren, artık buna seyirci kalmak yerine vagonlarda yerimizi almalıyız, ülkemizde üretilen elektrikli otomobil varken, ve hali hazırda "Yerli Otomobil" projesine kollarımızı sıvamışken, elektrikli otomobil konusu hem araştırma geliştirme kapsamında, hemde tüketiciyle buluşturma yaygınlaştırma konusunda devletimize düşen pek çok görev var, artık neler yapılabilir sorularının cevapları bir daha ki yazımızın konusu olsun.

              

1 Ocak 2012 Pazar

Yeni bir çağın başlangıcı; Kapasitif Ekranlar.

              Duayenleri anlamıştır, aslında bahsedeceğim konu gelecek ile alakalı değil, şimdiki zamanlardan. 2007 yılındaki iPhone 2g tanıtımında Steve Jobs birazda abartılı pazarlama metalarıyla “Telefonu yeniden icat ediyoruz.” Demişti, aslında pek haksız sayılmazdı. O zamana kadar neredeyse bilgisayar fiyatına satılan(elbette durum şimdi de farklı değil) akıllı telefonlar ne yazık ki internet ve uygulama ihtiyaçlarından çok, temel cep telefonu işlemleri yanında vasatın üzerinde bir kamera, maillerinizi kontrol edebileceğiniz ve bazı wap sitelerinde gezinebileceğiniz cihazlardı. Ve durum böyle sürüp gidiyordu. Her yeni çıkan model belki daha iyi fotoğraf çekiyor ya da müzik çalabiliyordu, ta ki hepimizin bildiği gibi iPhone piyasaya çıkana kadar.
            
              iPhone piyasaya çıktı, ve yüksek fiyatına rağmen başarılı Apple pazarlama stratejileri, ve barındırdığı donanım sayesinde akıllı telefon piyasasını allak bullak etti. Şimdiye kadar hiçbirinin sağlayamadığı internet ve uygulama deneyimi vaat ediyordu. Dokunmatik ekranı görülmemiş bir akışkanlıkla çalışıyor, size internette dolaşırken, fotoğraflarınızı büyütüp küçültürken, ikonlarınızı süreklerken yada yazı yazarken klavye ve farenizi aratmıyordu. Ve en önemlisi telefon için uygulama yazanlar çok daha özgürdü, kullanmaları gereken zorunlu tuşlar yoktu, İstedikleri fonksiyonu ekranın herhangi bir yerinde istedikleri gibi tasarlayabilirlerdi. Ve tüm bu avantajlar iPhone için daha gelişmiş daha kullanıcı dostu uygulamalar yaratmayı mümkün kılıyordu. Tabi ki bir süre sonra  İos’a rakipler gecikmedi ve android tabanlı akıllı telefonlarda piyasada yerlerini aldılar.
             
             Dokunmatik ekranlar bence akıllı telefon çağında çığır açan en önemli ögelerden biri. Bugün tüm işlemlerimizi neredeyse hiçbir tuş ve donanıma gerek duymaksızın bu ekranlar sayesinde halledebiliyoruz. Tatminkar çözünürlükte videolar izleyebiliyor fotoğraflarımız arasında parmaklarımızla uçarcasına gezinebiliyoruz. Yüksek çözünürlüklü ve eski oynayış alışkanlıklarımızı kökten değiştiren oyunları oynayabiliyoruz. Peki tüm bunlar nasıl oldu? Demek istediğim, parmağınızı bir türlü algılamayan, o gereksiz kalemi sürekli kullanmak zorunda kaldığınız gün içerisinde bazen hayatınızı kolaylaştırmak yerine işkenceye çeviren dokunmatik ekranlar nasıl oldu da böylesine kullanışlı hale geldiler?

             
           
              Öncelikle ekranların sınıflandırmasından başlamalıyız aslında.  Eski zamanlarda ilk çıkan dokunmatik akıllı telefonlar rezistif ekranlara sahiptiler. İşin elektronik kısmına basitçe değinecek olursak, ekranın bir direnç değeri olduğunu varsayalım. (ortaokul fizik dersine hoş geldiniz:) ekrana dokunmadığınızda işlemci doğal olarak ekranın sahip olduğu direnç değerini ölçüyor.   Temas ettiğinizde ise dokunulan noktalar direnç değerini değiştirmeye başlıyor ve işlemci bu sayede temas ettiğiniz noktaları algılıyordu. (yoksa algılayamıyor muydu?)
            
              Kapasitif ekranlar ise bugünkü mobil cihazların kullandığı ekran türü. Rezistiflere kıyasla biraz daha maliyetli, ancak bildiğiniz üzere çok daha kullanışlı. Ekrana dokunduğunuzda elinizdeki statik elektrik ekran üzerinde elektrostatik bir alan oluşturuyor, ve daha bu alan işlemci tarafından fark ediliyor böylece ekrana dokunduğunuz anlaşılıyor. Kapasitif ekranlar bu sayede çoklu dokunuşlarıda algılabiliyorlar.
            
              Sonuç olarak reklamlarda dediği gibi, birileri gelir dünyayı değiştirir. Apple bir mavi okyanus firması olarak kapasitif ekranlı, zamanın ötesinde bir mobil cihaz geliştirdi. Ve aslında kullanıcıları bir kez daha tuşlara bağımlı yaşamaktan kurtardı. İkinci kez mi? Dediğinizi duyar gibiyim, bildiğiniz üzere 1986 yılında satışa sunulan ilk Mac bilgisayar Fare donanımıyla satılmıştı, bu o zamanlar harika bir gelişimdi, çünkü kullanıcılara ve yazılım geliştiricilere tuşlara bağımlı olmadan, fare yardımıyla ekranın her noktasına hükmedebilmeye, bilgisayarla iletişim kurabilmeye olanak vermişti. 
             
              Özet:Kapasitif dokunmatik ekranlar her geçen gün daha fazla mobil cihazda karşımıza çıkmaya başlıyorlar. Eskiden yüksek fiyatlı akıllı telefonlarda tercih edilen bir donanım halinden çıkıp medya oynatıcılara ve giriş seviyesi akıllı telefonlarda kullanılmaya başladılar bile. Tuşsuz ve neredeyse masaüstü bilgisayar sınıfında uygulamalarla donatılmış mobil cihazların kullanım alışkanlıklarımızı kökten değiştirmeye başladığı bir çağ çoktan başladı.